Şanlıurfalı eğitimci Mehmet Sarmış, yıllardır konuşulan Gaziantep-Şanlıurfa kıyaslamasıyla ilgili dikkat çekici bir yazı paylaştı.
Kentin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, siyasi, her alandaki sorunlarımızla yüzleşmeden mesafe almanın mümkün olmadığını vurgulayan Sarmış, hiçbir komplekse kapılmadan, canımızı acıtsa da bunu en üst düzeyde yapmaları gerektiğini vurguladı.
KIYASLARKEN URFA'YA HAKSIZLIK YAPIYORUZ
Sarmış'ın yazısından bir bölüm şöyle:
''Bizim her şeyimiz vardı, kıymetini bilmiyorduk, değerlendiremiyorduk, onlar ise sahip olduklarını çok iyi değerlendiriyordu, üstelik bize ait olana da sahip çıkıyor, kendilerinin yapıyorlardı.
Tarih, turizm, tarım, sanayi, siyaset, belediye, şu, bu, her alanda, her vesileyle...
Bunun bazen çok abartıldığını, hatta Urfa'ya haksızlık yapıldığını da düşünüyorum.
Ama gerçeklik oranı çok yüksek.
Geçen haftaya kadar bu kıyası sadece Urfalıların yaptığını düşünüyordum.
Meğer Antepliler de yapıyormuş.
Tabii kendi lehlerine ve bizim aleyhimize...
'URFALI TEMBEL' LAFINI BİR ANTEPLİDEN DUYMAK
Geçtiğimiz perşembe günü üzerinde çalıştığım son röportajın rötuşlarını yapmak üzere ŞUTİM'de Abamor Sadeyağ bürosunda idim.
Birden bire içeriye iki kişi girdi.
İri yarı ve yaşlı olanı oturur oturmaz kendi kendini tanıttı; Antep'in baklavalarıyla meşhur Güllüoğlu ailesindenmiş.
Üçe ayrıldığını söylediği Güllüoğlu baklavacı gruplarının birinin başındaymış.
Adını özellikle yazmıyorum.
Şöhretini duyduğu Abamor'ların yağını tatmak, konuşmak, anlaşırlarsa almak için tanışmaya gelmiş.
Adam Antep aksanıyla konuştu, konuştu.
Aile geçmişini, çekirdekten yetişip bugünlere nasıl geldiğini, iş disiplinlerini, bilmem ne kadar ticaret hacimlerinin olduğunu, nerelere ne kadar baklava sattıklarını filan anlattı da anlattı.
Mesela aklımda kalmış, yılda 20 ton sadeyağ tüketiyorlarmış.
Karşımda Sakıp Sabancı gibi, doğal, ve profesyonel bir iş insanı vardı.
Neyse sözü, bu yazıyı yazmama sebep olan kısmına getireceğim.
Bir ara dedi ki adam:
"Biz (baklavanın üç unsuru olan) sadeyağı da, fıstığı da, unu da Urfa'dan alıyoruz, Antep baklavası yapıp satıyoruz."
E bunu biz de biliyoruz zaten.
Fakat adam devamında başka bir şey dedi:
"Çünkü Urfalılar tembel."
Aslında bunu da biliyoruz.
Ama ben bunu Urfalı olmayan birinden ilk defa duyuyordum.
Güldük.
Ama çok acı bir gülüştü bu.
Sebebi de söylenilenin gerçek olmasıydı.
O yüzden kızamadım adama.
İtiraz da edemedim; oradakiler de edemedi.
SÜPÜRMEYELİM SORUNLARIMIZI HALININ ALTINA
Ben sorunlarımızı halının altına süpürmeyi kesinlikle doğru bulmuyorum.
Yoksa yokmuş gibi görünüyor.
Aksine her türlü sorunumuzla yüzleşmeliyiz.
Urfa'yı ve Urfalıları kötülemek amacıyla değil, bilmek ve anlamak için.
Ve çözmek için.
Nasıl ki öğrenciler anlamadıkları matematik problemlerini çözemez ve sınavda başarılı olamazsa, biz de sorunlarımızı anlamadan çözemeyiz.
Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, siyasi, her alandaki sorunlarımızla yüzleşmeden mesafe alamayız.
Hiçbir komplekse kapılmadan, canımızı acıtsa da yapmalıyız bunu.
Hem de en üst düzeyde.
Özel oturumlarla.
BİZİ KİM UYANDIRACAK?
Çalıştaylarla, panellerle, konferanslarla, anketlerle...
Üniversite hocalarımızla, aydınlarımızla, gazetecilerimizle, uzmanlarımızla.
Hem de bir an önce yapmalıyız.
Hep diyorum, başta tarım ve turizm olmak üzere potansiyeli itibariyle "Urfa uyandırılmayı bekleyen bir devdir".
Peki, kim uyandıracak?
Antepliler mi?
Uzaylılar mı?''
URFA’NIN POTANSİYELİNE DAİR SADECE BİRKAÇ HUSUS
Urfa’nın yüzölçümü 18.584 km²
Antep’in 6.819 km²
Urfa, Antep’in tam üç katı.
Ama Antep’in sanayi üretimi, ticareti, ihracatı Urfa’nın yirmi otuz katından fazla.
Bu, kabul edilebilir bir şey mi?
Oysa Urfa’nın ovaları, Atatürk Barajından bu ovalara su akıtan kanalları ve güneşi, birkaç istisna ile her türlü ürün yetiştirmeye müsait. Hem de yılda birkaç ürün.
Ama yetiştirdiği ürünün ne kadarı Urfa’da işleniyor?
Sadece tarıma dayalı sanayiye ağırlık verilse neler olur neler?
Tarih ve turizm potansiyeli ile değil Antep, Türkiye’de, hatta dünyada kaç şehir Urfa ile yarışabilir?
Bir tek Göbeklitepe UNESCO listesine girince ne kadar fark etti?
Urfa merkez ve Harran da çoktandır UNESCO’nun geçici listesinde.
Gereği yapılsa ve esas listeye girse neler olmaz?
Ve Türkiye’nin en genç iliyiz.
Nüfusumuzun üçte biri (700.000) öğrenci.
Bu nüfusu kaliteli bir eğitimle buluşturduğumuzu düşünün.
Bunu yapamadığımız için gençlerimiz işsiz ve her türlü riske açık.
Her yıl on binlerce insanımız ve kız erkek gencimiz mevsimlik tarım işçiliği peşinde perişan oluyor.
Sık sık Eyyübiye’nin, Haliliye’nin kenar mahallelerinde dolaşıyorum; gördüğüm manzaralardan dolayı içim kan ağlıyor.
Bunları bilip, görüp üzülmemek mümkün mü?
Ama hastalığı doğru teşhis edemezsek doğru tedaviyi uygulayamayız.
Bırakın doğru teşhisi, bazılarımız daha hastalığı kabul etmiyor.''
Yorumlar
Kalan Karakter: